İnebolu’da “Kokona” erikleri olgunlaşmaya başladı. Her sene baharın geldiğini bizlere haber veren eriğin İnebolu özelinde bir hikayesi vardır.
1923 yılındaki mübadeleye kadar İnebolu’da gayrimüslimler de yaşamaktadır. Bunların çoğu Rum asıllıdır. Bunlardan biri olan yaşlı Rum, Türk komşularını çok sever. Oğullarına da vasiyet eder. Ben ölünce evimi satarsanız önce Türklere teklif edin, der. Fakat kokanası (hanımı) komşularıyla pek iyi geçinmeyen birisidir. Bir gün Kokanası yurt dışından gemiyle bir erik fidanı getirir. Evi çarşı içinde Pazar yeri meydanının yanındadır. (Bugünkü Aziz Uzun’un evi). Bahçesine bu erik fidanını diker. Erik büyür ve meyve verir. Biraz sert, sulu, kabuğu ince leziz erikler herkesin dikkatini çeker. Birçok kişi bu erikten bir dal ister ki bahçesine dikip büyütsün. Kokana inat eder vermez. Günün birinde komşuları hep beraber avlu kapısını kırar, bahçeyi basar, erik dallarını kırıp götürür ve bahçelerine dikerler.
İşte o günden beri İnebolu’da bahçesi olan herkes de bu erikten vardır. KOKANA ERİĞİ, SADECE İNEBOLU’YA ÖZGÜ “ENDEMİK” BİR AĞAÇ OLARAK NESLİNİ DEVAM ETTİRMEKTEDİR. Alıp götürüp dikseniz bile İnebolu’daki aroma ve tadını bulamazsınız.
Bu arada yeri gelmişken eriğin olgunlaşma takviminden de biraz bahsedelim: Şubat sonu mart başında çiçekler açar. Mart sonuna doğru taneler görülür. Nisan 15-20 civarında çekirdek sertleşmeye başlar. Mayıs başından itibaren yenilmeye başlasa da 20 mayıs tam yiyilecek tarihdir. Haziran başına kadar kütür kütür olan eriğimiz Haziran’ın 20’sine kadar yumuşama evresindedir. Temmuz ayı itibariyle toplanmamışsa çürür ve dökülür. İnebolu dışında yaşayan herkesi İnebolu’ya “gogon örüğü” yemeye davet ediyorum.
İnebolu’nun sadece eriği değil, elmaları da meşhurdur. Eski dönemlerde sürekli İnebolu’ya dışarıdan medeniyet getiren gemilerle, dünyaya açılım kolay olduğundan, ağaç meraklıları bilhassa Akdeniz ülkelerinden getirdikleri fidanları bahçelerine, tarlalarına dikmişler ve muazzam bir bitki çeşitliliği oluşturmuşlardır. Çocukluğumda büyüklerimden duyduğum “elmanın 32 çeşidi var” sözü ancak bu şekilde mümkün olmuştur. Bugün sadece 14 tanesinin adını sayabiliyorken, İnebolu pazarına gidip satın almak isterseniz ancak birkaç çeşidini bulabilirsiniz. O da pazarın gözlerden uzak bir köşesinde bir önlüğün içinde sadece birkaç kilo… Onu da önceden tanıyor olmalısınız ki arayıp bulasınız. En büyük yanlış, meyve ağacının orman emvali sayılmaması, kesilip satılmasının serbest olması ve bu nedenle torunların dedelerinin diktiği meyve ağaçlarını kesip kamyonlar dolusu odun diye satmalalarıdır. Böylece biliçsiz bir şekilde bu mirasın yok olmasına sebep olunmuştur.
Adını hatırlayabildiğim elma çeşitleri şunlar:
-Er elması
-Yumurta elması
-Ağustos elması
-Gelin elması
-Ferik elması
-Kalender
-Samut
-Fırınüstü
-Koskos
-Kosçukur
-Kemiksiz
-Hıryemez
-Köroğlu
-Amasya
Elmaların hiçbiri diğerine şekil renk aroma ve tat olarak benzemez. Kimisi şeker hastasına iyi gelir, kimisinden tatlı yapılır. Bazıları hakkında kısa bilgiler verelim şimdi de:
-Hıryemez: Sarı renkli, irice biraz da ekşidir. Şeker hastalarına tavsiye edilir.
-Köroğlu: Orta büyüklükte, yeşil renkli, ince kabuklu biraz sert kendine özel aroması vardır. Tatlısını yapmak için:Kabuğu bütünce soyulur. Ortası çekirdeğiyle beraber yuvarlak çıkartılıp boşluğun içine aldığı kadar şeker konup kaynatılır. Soğutulup servis yapılırken aynı yere bu sefer kaymak konulur. Köroğlu’ndan başka elmadan elma tatlısı olmaz.
Amasya elması: Halen bulabildiğimiz, pazarda az da olsa satılan eski adıyla Telle, yeni adıyla Akkonak’ta yetişeni en makbul olanıdır. Kokusuna burun dayanmaz. Lezzetine damak…
Armut, dut ve kirazdan da birer cümle bahsetmezsek öksüz kalacaklar.
Kış armudu,ağ armut,yağlıca. vs. Kastamonu üniversitesinin yaptığı bir araştırmaya bilgi aktarırken Armut tatlısından bahsetmiştim. Sonradan öğrendik ağ armudundan yapılan tatlının sadece İnebolu’ya ait olduğunu. Başka yerde yok.
İnebolu’nun dutu alacalı renkli olur. İrisine parmak gibi deriz. Kendine özel sepetinde satılırdı. Üzerinde sıra sıra çiviler olan bir çıtanın üzerine dizilir, Avra’dan Boyran’dan Uluyaz’dan evin büyükleri tarafından toplanır, omuzdaki çivili çıtada dizili, çocuklar tarafında çarşıda dolaşarak satılırdı. Rahmetli babam, satamadıklarını, çay içindeki yükünü boşaltmış manda arabalarının “gönder”leriyle (yük taşırken zinciri sıkmak için kullandıkları 4 metre boyundaki ince ağaç) değiş tokuş ettiklerini anlatırdı. Halalarım toplar, babam satar, onunla Hacı Rüfet’ten dondurma alırmış. Gelip giden vapurlarda da dut satılırdı.
Kiraz deyince “ballıca” akla gelir. Er kiraz mayıs 15’te çıksa da çok lezzetli değildir. İlla ballıca kirazı. Yemelere doyamazsınız. Yalnız bir konuya dikkat etmelisiniz. Haziran 21 civarında gün dönümü olur. Öncesinde bir yağmur yağar. Yağmur’un peşinden sakın içine bakmadan almayın. Ballıcadan sonra temmuz hatta ağustosa kadar yüksek köylerden sarı renkli harman kirazı gelirdi.
İsterseniz halk arasında anlatılagelen kirazla dut arasındaki diyalogla yazıya son verelim.
Kiraz dut için insanlara dermiş ki: “Benden sonra dut gelmeseydi hepinizi çöpüme çevirirdim.” (Kiraz kanı sulandırır ve de zayıflatır.) Önce kiraz sonra dut… Zamanında bulunup yiyebilenlere afiyet olsun. Saygılarımla.
Yerel Tarih Araştırmacısı
Diş Hekimi
Mustafa Sıtkı FAKAZLI