Bir varmış, bir yokmuş diye başlar ya masallar...
Yaşadığımız hayat için de geçerli bu cümle.
Gün geçmiyor ki birlikte gülüp eğlendiğimiz, acı tatlı pek çok şeyi paylaştığımız, her gün beraber olduğumuz bir tanıdığımızın acı haberini almayalım.
Bazen yanı başımızda, bazen de uzakta O tanıdık...
Aslında "ateş düştüğü yeri yakıyor" orası muhakkak.
Fakat herkes farklı anılar yaşıyor, belleğine kaydediyor, zamanı geldiğinde ise paylaşmak istiyor.
Bizzat benim de yaşadığım gibi.
Uzun yıllardır komşuluk yaptığım Ahmet Tunoğlu'yla işyerlerimiz karşı karşıyaydı...
Ben sabah 6 civarında dükkanımı Besmele ile açar, yarım saat kadar sonra Ahmet abinin selamı ve hayırlı işler dilemesiyle başlardı pazar hariç her günümüz.
Dükkanlarımızın önünü süpürür, rutin işlerimizi sırasıyla bitirip müşterilerimiz için hazırlıklarımızı tamamlar, başlardı günlük koşuşturmamız.
Evet hizmet sektörüydü faaliyet alanımız.
Ahmet abi tek başına çabalar, Caddemizin çay-kahve ihtiyacını karşılamak için bir sağa bir sola koşuşturur, bunu da kendi koyduğu kuralların dışına çıkmadan sürdürürdü.
Giyiminde ki temizlik ve titizliğe, ekmek teknesi olan işyerinde de azami özen gösterir, akvaryumuyla saatlerce özel ilgilenir, sahlep kazanı ile çay kazanını sık sık temizlemekten erinmezdi.
Yaptığı işi severek ve özenerek yapması, kaliteden ödün vermemesi Ahmet abiyi kış mevsiminin vazgeçilmezi sahlepte bir numara yapmış, uzak-yakın her taraftan gelip sahlebini tatmayan kalmamıştı. Kurallarına uygun yaptığı ev yapımı limonatası ise yaz aylarında tercih edilen bir Ahmet Tunoğlu lezzeti halini almıştı.
İnebolu sevdalısıydı.
İşyerinin duvarlarını doldurduğu eski İnebolu fotoğraflarıyla ziyaretçilerine nostaljiyi yaşatır, soranlarla uzun uzun eski günleri konuşmaktan ayrı bir keyif alırdı.
Gücü nispetinde koşturuyordu Ahmet abi.
Bir gün bu maratonun biteceğini biliyor, yorucu olsa da işini severek yapıyordu. Pandemi sürecinde kapatmak zorunda olduğu işyerine sadece vakit geçirmek için geldiği oluyordu.
Ahmet abinin yorgun kalbi, üst üste yaşadığı Abla ve Anne acısı ile daha da yorulmuştu.
8 Kasım Pazar akşamı dükkanını bir daha açmamak üzere kapattığını kim bilebilirdi?
Maalesef, 9 Kasım Pazartesi günü Cumhuriyet caddesine acı haber ulaştı.
Cadde esnafı ve tanıyan herkes üzüntüden kahroldu. Ölümün bu kadar yakın oluşuyla bir kez daha yüzleşildi.
İlk şoku atlatan herkesin "Takdir-i İlahi buymuş, Allah Rahmet Eylesin" sözleri duyuldu.
10 Kasım Salı günü, komşuları olarak son vazifemizi yapmak üzere Aydın Er, Mustafa Ateş ve Aziz Gümüş ile birlikte Ahmet Tunoğlu'nun cenazesinin hastaneden alınarak evine ve orada alınan helallikten sonra musallaya götürülmesine eşlik ettik. Bu yolculuk esnasında Aziz Gümüş,Ahmet Tunoğlu ile çok uzun zamandır olan dostluğundan bahsedince, "Aziz abi bu dostluğu bir kaç cümle ile yazıya dökersen, gazetede paylaşırız" dedim.
Evet Aziz Gümüş'ün yazdıklarını aynen paylaşıyorum:
Belki çok klasik bir söz ama, 9 Kasım 2021 tarihinde aldığımız habere tam da uyuyor. Pazartesi otur, sohbet et, çay iç, Salı günü ölüm haberini al. Evet bu dünyadan ve İnebolu’dan bir Ahmet Tunoğlu geçti. Onu anlamak ve anlatmak çok zor. Ama kesintisiz 50 yıla yaklaşan arkadaşlık ötesi dostluğun yaşandığı bir zaman dilimini anlatmaya kelimeler nasıl yeter? Eğer sağlığında kısa notlar alsaydı, O’nun hayatından bir iki ciltlik “Hayatım Roman” kitabı çıkardı. O’nunla ortaokul yıllarından itibaren son güne kadar yaşanan dostluk içinde paylaştığımız bir çok anı ve hatıralarımız kaldı. Dünya böyle, sayılı nefes ne zaman bitti, o zaman bu dünyadan göç edeceğiz.
Ahmet Tunoğlu İnebolu Lisesi’ni bitirene kadar uçarı bir gençlik yaşadıktan sonra Hayat Üniversitesine başladı. Bu hayatta yaşanabilecek her şeyi yaşadı, her şeyi gördü. Hem de en uç noktalarda… Varlığı da sonuna kadar, yokluğu da mücadele ederek sonuna kadar… Baba mirası şekercilikten sonra kuruyemişçilik, sonra uzun süre kahvecilik, sonra İstanbul macerası ve en sonra da Cumhuriyet Caddesindeki çay ocağı. Hayat üniversitesini de tam yaşayarak bitirdi. Boyasız ayakkabı giymez, her dem tertemiz giyinirdi. Aç gezer kimseye minnet etmezdi. İdama gideceğini bilse doğru bildiğini söyler, yüzüne söylemediği bir şeyi kimsenin arkasından konuşmazdı. Haksızlığa tahammülü hiç yoktu. Hemen patlardı. Kimsenin namusuna ve rızkına ömrü boyunca yan bakmazdı. Hani bir söz vardır ya, “şahsına münhasır” derler. Tam da öyle yaşadı. Öyle bu dünyadan ayrıldı. Hayattan çok bir isteği ve beklentisi hiç olmadı. Ailesine bağlı bir babaydı. Tek beklentisi oğlu Hasan’a bir iş ve onun mürüvvetiydi. Kastamonu’da 8 yaşındaki torunum sosyal medyada haberi duyunca beni aradı, ağlamasını anlatamam. Bu arada lisede yaşadığı bir bisiklet kazasında ayağı kırılmıştı. Zamanın teybinde sürekli çalan ezgi bugünkü gibi kulağımda. “Beterin beteri var, haline şükret dostum”…
Ruhum şad, mekanın cennet olsun Ahmet Tunoğlu.
Aziz GÜMÜŞ