Şanlı tarihimizi bizzat yaşayarak kaleme alan, anılarını yazan önemli insanların çalışmalarından faydalanmanın yanı sıra ilgimi çeken bazı bölümleri okuyucularımla paylaşmak istedim.
Milli mücadele döneminde Kastamonu’da kurulan İstiklal Mahkemesi’nde görülen bir davayı ayrıntısıyla aynen aktarıyorum:
İstiklâl Mahkemesi Heyeti Saruhan Mebusu Mustafa Necati, Trabzon Mebusu Nebizade Hamdi ve Çankırı Mebusu Neşet Beylerden oluşuyordu.
Mahkeme binası olarak Kastamonu’da günümüzde Arkeoloji Müzesi olarak hizmet veren taş bina kullanılmıştı. Bina içinde davaların görüldüğü kısım ve iskemleler ile arka tarafta yemekhane sıraları dizilidir. Ana duvarda bir levha üzerinde “Mücahedesinde yalnız Allah’tan korkar” yazılıdır. Altında Türk Bayrağı asılıdır. Bayrağın önünde mahkeme heyetinin kürsüsü bulunur. Mahkeme başkanı Mustafa Necati bey salona girer ve polis komiserinden davalıları içeri göndermesini ister.
Ayaklarından prangaları sökülen biri Kayserili ermeni, biri Zonguldaklı bir rum ve İnebolulu Türk mahkum içeriye girer. Rum ve ermeni mahkeme heyeti karşısında titrerken İnebolulu Türk bakışlarını mahkeme reisine dikmiş beklemektedir.
Dava Kayserili ermeni ile başlar. Kendisi Birinci Dünya Savaşında asker kaçağı olmuş, cinayetler işlemiş ama yakalanamadan kaçmış, en sonunda da Kastamonu ormanlarında bir çobanı balta ile öldürüp sürüsünü çalmaya yeltenirken yakalanmıştır. Suçlamalar iletilen mahkum pişman olduğunu söyleyip affını dilemiş ama başka soru sorulmadan Zonguldaklı rum kişinin davasına geçilmiştir. Bu kişinin yunan ordusu lehinde casusluk yaptığı kanıtlanmış, evinde çıkan belgeler sorulduğunda inkar etmeye çalışmış ve ihtiyar olduğundan affedilmesini istemişse de başka soru sorulmadan İnebolulu Türkün davasına geçilmiştir.
Mahkeme heyeti başkanı Mustafa Necati “İhtiyar sen asker kaçağı oğlunu evinde saklamışsın” diyerek suçlamayı sunar. İnebolu’nun köyünden olan ihtiyar suçlamayı duyunca cebinden birkaç parça kafa kağıdı çıkarır ve “Reis bey şu kafa kağıtlarının içini okursan bana dediğinden utanırsın” der.
Mustafa Necati “neden” diye sorar. Yaşlı köylü “bu nüfus kağıtları Balkan ve umumi harpte şehit düşen oğullarıma ait. İki tane aslanını bu millete şehit veren bir baba üçüncü oğlunu bu ölüm dirim harbinde bir kahpe saklar gibi gizlemez reis bey” der ve mavi mintanını yırtıp göğsündeki kurşun yaralarını göstererek “Benim bağrım yaralıdır. Bu yaraları çeşitli düşmanlardan aldım. Ben nasıl olur da son oğlumu asker kaçağı olarak saklarım. Ben bunlar gibi vatan haini değilim.” diyerek söylenir. İşte tam bu sırada bir polis komiseri içeri girer ve mahkeme heyetine bir kağıt uzatır. Kağıdı okuyan Mustafa Necati bey ağlamaya başlar ve İnebolulu köylüye dönerek “Baba küçük oğlun da İnönü’de şehit düşmüştür, ilmühaberi bana şimdi geldi” der. Haberi duyan ihtiyar metanetli bir şekilde “Millet sağ olsun, siz aslanlarım sağ olun.” der. Mustafa Necati bey “Baba bizi affet bir yanlışlık olmuş TÜRK HAİN OLMAZ.” der ve ihtiyarı serbest bırakır.
Evet bizim insanımız vatanını, milletini ölümüne sever. Devletinin her zaman yanında olduğunu gösterir. Arkadan vurmaz, hainlik yapmaz.
Hainlik yapanda kesinlikle bir karışıklık vardır.