Bugünlerde basında sıkça karşılaştığımız akran zorbalığı haberlerinde, ne yazık ki zorbalık yapan çocukların yaşlarının giderek düştüğünü ve bu olayların zaman zaman şiddete, hatta cinayete kadar vardığını üzülerek görmekteyiz.
Ben de öğrenci olduğum için bir öğrencinin gözünden toplumda giderek daha fazla gündeme gelen bu önemli konuyu bu hafta köşeme taşıyarak; akran zorbalığının çocuklar ve gençler üzerindeki yıkıcı etkilerini ele almak, bu davranışların altında yatan nedenleri ve olası sonuçlarını irdelemek, ayrıca hem ailelerin hem de eğitimcilerin bu sorunla nasıl başa çıkabileceklerine dair çözüm yolları sunmak istiyorum.
Akran zorbalığı kimi zaman hedefte yalnızca farklı olduğu için dışlanan, susturulan ya da alay edilen bazen de derslerinde başarılı olduğu, öğretmenleri tarafından takdir edildiği, ailesiyle mutlu bir ilişki olduğu, elindeki imkanları daha fazla olduğu için ya da okula sadece zaman geçirmek için gelen, etrafında yalnız kalmayayım diye yaverleri olan bir gruba dahil olmadığı için hedef haline getirilen bir çocuğun ya da gencin fiziksel, sözel, duygusal ya da dijital yollarla sürekli olarak tacize uğramasıdır.
Bana göre zorbalık sadece itmek, tokat atmak gibi fiziksel şiddetle sınırlı değildir; kıskançlıkla üretilen yalanlar, iftiralar ya da bir arkadaşını öğretmenin gözünde küçük düşürmek amacıyla yapılan bilinçli yönlendirmelerde birer zorbalık türüdür.
Peki çözüm için neler yapılabilir?
Çözüm görmezden gelmekte değil birlikte çözüm üretmekte.
Okullarda olayın nasıl gerçekleştiğini görmek, yalancı şahitlerin öğretmeni ve idareyi yanlış yönlendirmesinin önüne geçebilmek için sınıf içi kamera bulunması üzücü durumların daha hızlı ve doğru bir şekilde sonuçlanması için doğru bir yöntem olabilir.
Okul rehberlik öğretmeni tarafından empati temelli eğitimler verilmeli, psikolojik destek güçlendirilmeli, aileler bilinçlendirilmeli, her çocuk sadece ders değil vicdan ve saygı da öğrenerek büyümelidir.
Çünkü bir çocuğun suskunluğu bir toplumun çığlığına dönüşmeden önce duyulmalıdır.
‘Sadece çocuklar arasında olur’, ‘Çocuk bunlar, zamanla unuturlar’ diyerek akran zorbalığını geçiştirmek, bir eğitimcinin asla benimsememesi gereken bir tutumdur. Bugün görmezden gelinen bir davranış, yarının büyük yarasına dönüşebilir.
Hani derler ya attan düşenin halini attan düşen anlar diye.
Eğitimciler, zorbalığa uğrayan çocuğun ya da gencin duygusal durumunu,tedirginliğini, korkularını, okuldan soğumasını tam olarak anlayamayabilirler belki ama böyle bir durum kendi çocuklarının başına gelse nasıl bir çözüm arayacaklarsa, okullarındaki her çocuk için de aynı duyarlılığı göstermelidir. Haklıya haklı, haksıza haksız demek; ayrımcılık değil, adaletin ta kendisidir.
Eğer bu bir ayrımcılıksa, o hâlde adalet diye bir kavramdan da söz edemeyiz. Öğretmenlik sadece konuyu anlatmakla sınırlı bir meslek değildir.
Evet, kimse bir anne baba kadar birebir ilgilenemez belki, ama bir çocuğun ruhunu anlayabilmek, onun yaşadıklarını görmezden gelmemek de öğretmenliğin asli görevlerinden biridir.
Zorbalığa uğrayan çocukların seviyesine inip onların duygularını anlamaya çalışmak, bazen en az ders anlatmak kadar önemlidir. Çünkü bir çocuğun zihnini bilgiyle, kalbini ise adaletle besleyemiyorsak; gerçekten ne öğretiyoruz, neye katkı sağlıyoruz, sormak gerekir.
Aileler de çocuklarını merhametle, sevgiyle ve sağlıklı bir iletişimle büyütmelidir. Doğruyu yanlışı açıkça anlatmalı, çocuklarıyla yargılamadan konuşmalı, onları sadece başarılarıyla değil, insanlıklarıyla da takdir etmeyi bilmelidirler.
Çocuk yetiştirirken ‘Benim çocuğum ne yaparsa yapsın haklıdır’ ya da ‘Benim çocuğum en değerlisidir’ gibi benmerkezci yaklaşımlar yerine, her çocuğun kendi ailesi için en az kendi çocuğu kadar kıymetli olduğunu unutmadan hareket etmelidirler. Çünkü çocuk, yalnızca sevgiyle değil, adaletle büyür. Kıskançlığa, rekabete ya da üstünlük kurma arzusuna teşvik eden tutumlar, fark edilmeden çocuğu zorbalığa yönlendirebilir.
Oysa önemli olan, çocuğa başkalarıyla değil, kendisiyle yarışmayı öğretmektir. Merhametli bireyler yetiştirmek, önce evde başlar; bir çocuğun başka bir çocuğa nasıl davrandığı, çoğu zaman kendi evinde gördüğü sevgiyi ve saygıyı yansıtır.
Bir düşünce artık davranışa dönüşmüşse, hele ki bu davranış şiddet içeriyorsa,suçu işleyen ‘18 yaşının altında’ diyerek görmezden gelinmemelidir.
Suçun yaşı olmaz; yapılan eylemin ciddiyeti, failin yaşıyla hafifletilemez.
Eğer bu tür zorbalıklar okul ortamında gerçekleşiyorsa, okul yönetimi sorumluluk almalı, gerekli disiplin süreçlerini işletmeli; aynı zamanda hukuk mekanizmaları da devreye girmelidir.
Çünkü caydırıcılığı olmayan her sessizlik, yeni mağdurlar yaratır.
Unutulmamalıdır ki ceza, yalnızca bir yaptırım değil; aynı zamanda toplumu ve bireyi koruyan bir farkındalık aracıdır.
Her zaman savunduğum düşünce gibi; bir toplumun temeli, ailelerin çocuklarını merhametli ve adaletli bireyler olarak yetiştirmesiyle atılır.
Çünkü bir çocuğun hayata bakışı, en çok evde öğrendiği değerlerle şekillenir.
Merhametin, adaletin, saygının ve iyiliğin hüküm sürdüğü; çocukların korkmadan, baskı hissetmeden büyüyebildiği, çocukların ve gençlerin okula mutlulukla gidebildiği, insanların birbirine anlayışla yaklaştığı daha yaşanılır bir dünya diliyorum.
Çünkü en güzel gelecek, ancak güzel değerlerle büyüyen nesillerin ellerinde şekillenir.