Yıl 1921…
Kış bu yıl erken başlamıştı…
Sanki bu kutsal mücadelenin zaferle neticeleneceğini müjdeliyordu. Çünkü zaferler kolay elde edilemezdi… Güneşe aydınlık günlere zifiri karanlıkların ardından ulaşılırdı… Kış erken bastırmıştı…
Kar ve soğuk İnebolu-Kastamonu-Ankara güzergâhında ortaya çıkan ve cephane yolu adını alan istikamette, Ankara’ya cephane taşıyan Kastamonu evladının işini iyice zorlaştırıyordu. İnebolu’ya gemilerle, kayıklarla, sandallarla gelen silah ve cephanenin Ankara’ya ulaşmasını temin eden cephane yolundaki birçok yol kapanmıştı… Ancak bu cephane Ankara’ya ulaşmalıydı.
Birçok yolun kapalı olmasına rağmen karda, tipide, fırtınada, şiddetli soğukta taşıt kollarının destansı seferi devam ediyordu. Ancak bütün fedakârlık ve azme rağmen gece yol almanın imkânı yoktu.
Bu yüzden taşıt kolları sadece gündüzleri yol alıyor, gece en yakın hanlarda konaklıyordu…
Yıl 1921…
Aylardan aralık.
Kış bütün şiddetiyle devam ediyordu.
Karlı ve fırtınalı bir gecede bir cephane yolu Kastamonu’ya doğru yol alıyordu. Sabahın erken saatlerinde yola çıkan taşıt kollarındakilerde takat son haddine varmış, derman tükenmiş, dizler artık üzerlerindeki bedeni dengede tutamayacak derecede bitkinleşmişti. Ve birçoğu donma tehlikesiyle karşı karşıya gelmişti. Ne var ki, donsalar da bu kağnılardaki cephane mutlaka Kastamonu’ya ulaşmalıydı… Çünkü bu kâğıtlar türkün kurtuluş mücadelesinin zaferle neticelenmesini sağlayacaktı…
Taşıt kolu bin bir güçlükle Kastamonu kışlasının önüne ulaştığında; görevliler cephaneden önce ölümü pahasına cephaneyi Kastamonu’ya ulaştırmak azmindeki kadına çocuğa, gence ihtiyara yöneldiler…
Hemen sıcak mekânlara götürüp üzerlerine battaniyeler örtüldü... Ancak kağnı kolunda bir kağnı eksikti… Eksik de değildi aslında, birazcık geride kalmıştı. Gece karanlığında zor seçilmesine rağmen 150-200 metre uzaktaydı… İlerlemiyordu. Kışladaki askerler hemen kağnının yanına koştular. Kağnı arabasına koşulan öküzler nasıl bir destan yazdıklarının farkında olmadan sakin sakin geviş getiriyorlardı.
Kağnı arabasının üzerindeki cephane yorganla örtülüyordu. Geri bir kadın kollarıyla arabayı kucaklar gibi abanmış vaziyette duruyordu.
Elindeki üvendiresini bırakmamıştı. Hareketsizdi.
Donarak ölmüştü. Ancak ölürken bile taşıdığı bu kutsal emaneti himaye için kucaklamıştı ve elindeki tek silahı üvendiresini bırakmamıştı. Tıpkı, asırlar önce Kastamonu Kalesi burcuna diktiği şehadet şerbetini Hz. Peygamber’e kavuştuğunda bile bırakmayan Yunus Mürebbi gibi bembeyaz kar, bu aziz şehidin cansız bedeni üzerine yavaş yavaş inerek kefen olmuştu.
Askerler gözyaşları içerisinde bu kahraman kadının üzerindeki karları temizleyip düzgün bir şekilde arabanın üzerine yatırmak istediler. Acı bir çığlık!
Çığlığı duyan yaşlı gözler hüznün yanına şaşkınlığı, hayreti, endişeyi ve merakı getirdi…
Yorgan kaldırıldığında, şehit kadının yazdığı ikinci destan görüldü top mermileri arasında. Otlara sarılı top mermilerinin içinde kundaklanmış bir kız çocuğu ağlıyordu. Çocuk mermiler arasında, yorgan altında o ana kadar mışıl mışıl uyumuş ve donmaktan kurtulmuştu…
Askerler şehit kadının üzerindeki karları temizlerken ağlamaya başlamıştı küçük kız…
Belki de ona emanet etmişti anası cephaneyi… Korumak için ağlıyordu… Belki de annesinin şehadetini hissetmişti küçük tertemiz yüreğinde… Annesine ağlıyordu…
İnebolu-Kastamonu-Ankara yolunda bir destan yazılıyordu. Vatanın kurtuluşu sırasında şehit düşen Kastamonulu bir kadın Türk kadınının fedakârlığını ve kahramanlığını destansı şehadetiyle yazdırıyordu tarihin altın sayfalarına…
Bu kahraman Türk anası, Seydilerli şerife bacı idi. Ve Kastamonu bize, Türkiye hepimize bu destanlarla imzalanan tapuyla vatan oluyordu.
Kurtuluş savaşının çetin yıllarında cesaretin kendisinde var olduğu bir kahramandır şerife bacı… Gözü pek, dilinde tekbir… Vatanı için canını verir… Vermiş de zaten… O, kendi üzerine örtmesi gereken battaniyeyi bebeği ve silahlarının üzerine örtüp, soğuktan donan bir şehit. Ruhu şad olsun! Bu vatan ayaktaysa herkes bilsin ki şerife bacı ve onun gibiler sayesinde…
Her ne olursa olsun bayrağı yere düşürmedi “vatanım” dedi, titreyerek can verdi.
Şehitler ölmez vatan bölünmez!
Unutulmadın Şerife Bacı…