İnebolulu efsane denizci merhum Mecit Çetinkaya'nın (1912-1978) hayatı roman oldu. Deniz edebiyatında kendine has diliyle özel bir yer edinen yazar Sitem Ateş, ikinci romanı "Gölgenin Ağırlığı" ile döndü. Turkuvaz Kitap'tan çıkan yeni kitap, bir denizci beyi olan Mecit Çetinkaya'nın yaşamına odaklanarak 1910'lardan günümüze bir Türkiye panaroması çıkarıyor.
Hayatı daha önce de çeşitli hikâyelere konu olmuş, ismi sokaklara verilmiş bir denizci olan Mecit Çetinkaya, Türkiye’de armatörlük mesleğini başlatan duayenlerden biri olarak tanınıyor. Bir mavnaya ilk kez motor takarak motorlu teknelerin gelişimine önayak olan denizci beyi Mecit Çetinkaya'nın yaşamı, Birçoğumuza denizciliğin gelişimini farklı detaylarla sunarken, yoktan var etmenin büyüleyici gücünü enerji kaynaklarına yükleyerek, bir deniz feneri işleviyle yol gösteriyor.
İSTANBUL'DA TANITILDI
Mecit Çetinkaya'nın hayatının anlatıldığı kitap, geçtiğimiz günlerde Four Seasons İstanbul'da tanıtıldı. Gerçek bir hikayeden yola çıkarak kaleme alınan kitap için gerçekleşen tanıtıma birçok yazar, televizyoncu, yapımcının yanı sıra, merhum Mecit Kaptan'ın oğulları Mustafa Çetinkaya ve Mecit Çetinkaya ile denizcilik dünyasının önemli isimleri de katıldı.
Yazar Sitem Ateş, yeni kitabının tanıtımında yaptığı konuşmada denizlerin ve tanık olduğu dünyanın kendisini nasıl etkilediğin ve ilham kaynağı olduğundan bahsederken, Mecit Kaptan'ın torunu ve aynı zamanda roman karakteri olan Zeynep Çetinkaya da konuşmasıyla misafirlere duygusal anlar yaşattı.
KİTAP İÇİN İNEBOLU'YA GELMİŞTİ
Yazar Sitem Ateş, yeni kitabı "Gölgenin Ağırlığı"nı hazırlarken İnebolu'ya da gelerek Mecit Kaptan'ın köyü Gökbel'de (Çerçille) araştırmalar yapmıştı. Sitem Ateş'e İnebolu'daki çalışmaları sırasında gazetemiz sahibi Kadir Yıldırım refakat etmişti.
Kitaptan:
" Pencere kenarında oturup radyodan müzik dinlediği veya bahçesinde bitkileriyle geçirdiği zamanlar, gözlerinden süzülen gözyaşlarıyla bir dokunulmazlık zırhına büründürürdü onu. Kimse yaklaşamazdı yanına, kimse dokunamazdı acılarına, hiç kimse sızamazdı anılarına... Böyle zamanlarda kendi içine daha kolayca dönen Mecit, yapısal özellikleri yanında üzerinde bir zırh gibi taşıdığı o devrilmez dağlarını, kurşun geçirmez hallerini, yara almaz bütünlüğünü, kar tutmaz sırtını savunmasız bir çocuk gibi, zamanın ve belleğinin yatağına yatırıyor, yaşadığı hiçbir şeyi unutmamaya çalışıyor, anılarının engebeli coğrafyalarında gezinirken gözlerinden akan yaşlara engel olamıyordu. Ağlıyordu... Annesini, babasını, kardeşlerini, evini, yurdunu kaybetmiş bir çocuk gibi, yalnız başına, çaresiz ve savunmasız kalmış bir çocuk gibi ağlıyordu... Kimse dokunmuyordu ona. Kimse dokunamazdı da! Ne zaman, ne anılar, ne gelecek, ne gündüz ne de gece dokunamazdı ona! Yalnız kendisi, gözlerinden çocukluğunun deresi gibi akan gözyaşlarına dokunuyor, yatağını değiştiremediğini anladıkça daha çok ağlıyor, daha çok bileniyor, sonunda kendi yaralarını sağaltan gözyaşlarıyla bir yol olup, her defasında yeni bir güne ve zamana akıyordu... "
MECİT ÇETİNKAYA KİMDİR?
Geliştirdiği motorlu mavnalar reformu ile Türkiye'de armatörlüğün ilk adımlarının atılmasını sağlayan Mecit Çetinkaya'nın hayat hikayesi:
Mecit Çetinkaya, Anadolu’nun doğusunda 1912 (H.1328) yılında Kelkit’te dünyaya gelmiştir. Henüz 5 yaşlarındayken, Ermeni çetelerinin köylerine yaptığı baskında, köyün ileri gelenlerinden olan babası Abdullah Efendi, annesi Havva Hanım, kardeşleri Melek, Fatma, Felek, Nigar, Mustafa ve amcası İbrahimin, onun gözleri önünde, öldürülmesiyle ailenin en küçüğü olarak tek başına kalmıştır.
İstiklal Savaşı öncesi ve sonrası, ailesi savaşlarda şehit düşmüş çocukları toplatarak hem onlara bir yuva kuran hem de eğitim ve öğretimleriyle yakından ilgilenen Kazım Karabekir Paşa’nın talimatıyla 1917 yılında, İstanbul’da Okmeydanı’nda şimdiki Darülaceze’nin yakınlarında bulunan, çocukların kaldığı devlet yetimhanesine gönderildi. Tarihe “Mavi Gömlekliler” olarak geçen bu yetim çocuklar, ülke ekonomisine katkıda bulunmak üzere özel olarak kurulan iş ocaklarında birer usta olarak yetiştirilmiş ve eğitilmişlerdi.
İNEBOLU’NUN EVLADI
Devlet kontrolünde Mavi Gömlekliler olarak eğitim aldıktan sonra yetimhaneden Çeşme Meydanı’nda (Galata) yaşayan bir aileye evlatlık verildi. Fakat aile maddi sıkıntılarından dolayı ona bakamayacaklarını anlayınca 1918 yılında yine kendileri gibi çocuksuz bir aile olan İnebolu’nun Çercille (Gökbel) köyünde yaşayan akrabaları İsmail ve Fatma Bozkurt’a, devlet evlatlık garantisiyle verdiler. Bozkurt ailesinin kayıtlarına aldığı küçük Mecit, çocukluk yıllarını köyde geçirdi ve İnebolu’da taşımacılık yapan kaptanların yanında mavnacılığa ilk adımını atarak denizcilikle ilgili deneyimler kazanmaya başladı. Sene 1930’da yaşı 18 olduğunda köyünde Karadeniz’in Barbaros’u diye anılan yelkenli taka kaptanı Gazi Kadir Ağa ile Kamile Tepe’nin dört kızından biri olan Hatice ile evlendi. Daha sonra kayınpederinin yanında yelkenli mavnalarda çalışmaya başladı. Kabiliyeti ve cesareti sayesinde denizciliği öğrenerek kayınpederinin yelkenli takasıyla uzak seferlere çıkıyordu.
BÜYÜK DENİZE ULAŞMA HEDEFİ
Trakya’da 4 yıl süvari olarak vatani görevini yapmasının ardından 1939 yılında ailesini daha iyi imkânlar içerisinde yaşatmak ve kendi ideallerini gerçekleştirebilmek üzere İstanbul Çeşme Meydanı’nda (Galata) Yağkapanı İskelesi’nde mavnalarda çalışmaya başladı. Fermeneciler Sokağı’ndaki mavnalarda çalışırken kısa sürede bilgisi ve çalışkanlığı ile dikkat çekmişti. Elindeki birikimlerle bir tane mavna satın alarak kendi işini kurması uzun zaman almadı. Zaman ilerledikçe de ilave mavnalar ve römorkörler satın alarak işlerini büyüterek geliştirmişti. Mavnalarıyla Karadeniz ve Marmara’da uzak seferlere de çıkmaya başlamıştı.
TARİH TEKERRÜR EDER
Bu uzak seferlerinden birinde, İğne Ada’dan yüklemiş olduğu odun ve tomrukları naklederken Karadeniz’de Ruslar tarafından mavnası torpillenmiş ve kendisi dışında teknede bulunan herkes hayatını kaybetmişti. Kendine geldiğinde denizde bulduğu bir kalasa tutunmuş ve daha sonra batan mavnanın yarı parçalanmış sandalına kendisini yaralı vaziyette atarak canını kurtarabilmiş, daha sonra kara yoluyla ailesinin İstanbul’da ikamet ettiği Feriköy semtine gelmişti. Ailesinin artık öldüğüne inandığı bir anda geri dönen Mecit Kaptan’ın gelişi, eşi Hatice için aslında tarihin bir tekerrürüdür. Savaş yıllarında, Hatice henüz çocukken, babası Kadir Kaptan, Karadeniz’de oğlu Mehmet’le bir sefer sırasındayken Ruslara esir düşmüşlerdi. Hatice, annesi ve kardeşleri ile yıllarca yaşam mücadelesi vermişlerdi. Kadir Kaptan ve oğlu, yaklaşık dokuz sene sonra Rusya’daki bu esaretten kurtulup köylerine dönebilmişlerdi.
ARMATÖRLÜĞÜN İLK ADIMLARI
Mecit Kaptan bu olaydan sonra kendine zaman ayırarak, mavnacılığı geliştirmek için yeni arayışlara başladı. Böylece iş hayatında gerçekleştirdiği en önemli yeniliklerden birini hayata geçirdi; römorkörlerin çektiği, o zamanlar makinesi olmayan mavnalara makineler taktırıp onları deniz motorlarına çevirerek bunların römorkörlere bağlılıklarını bitirerek sektöre sundu. Bu reformla birlikte işlerini daha da büyüttü. Fermeneciler Sokağında bir iş hanı ile birlikte kıyıdaki dubaları satın almayı başardı. Geliştirdiği motorlu mavnalar reformu Türkiye’de yeni bir sektörün doğuşuna yol açtı. Motorlu deniz vasıtası sahibi olanlar sonraları saç teknelere dönerek armatörlüğe ilk adımlarını attılar. Mecit Kaptan’ın sahibi olduğu mavnalar, 1940’lı yıllardan başlayıp 1.Boğaz Köprüsü’nün yapımına kadar İstanbul limanlarına gelen tüm gemilerin Limbo ve nakliyelerinde önemli rol oynadı. İstanbul’a gelen bütün gemiler o zamanlar sadece Haydarpaşa ve Salı Pazarı limanlarına yanaşıyor, yetersiz gelen limandan dolayı birçok gemi açıkta demirliyordu. Bütün bu gemilerin boşaltılması bu ağaç motorlar sayesinde yapılabilmişti. Hatta o zamanlar mavnacılığın ne kadar önemli olduğunu Mecit Çetinkaya bir gazetede çıkan demecinde; “Mavnalarım olmasa İstanbul aç kalır” diye belirtmişti. 1974 yılında Boğaziçi köprüsünün yapımı ile birlikte mavnacılık önemini yitirmeye başlamıştır. 1980 sonrası Haliç yıkımlarının ardından motorlu mavnaların barınacağı yerler kalmayınca ve esnaf işlerinin de küçülmesinden dolayı, ağaç motorlarının hepsine veda edilmek zorunda kalındı.
SİVİL TOPLUM, SPOR VE SİYASET...
Sosyal alanda da birçok faaliyetlerde bulunmuş kooperatif ve dernekler kurarak deniz esnafını bir araya toplamıştır. İstanbul Mavnacılar Motorcular ve Romorkörcüler Derneğinin kuruluşuna öncülük etmiş ve motorcu esnafı tarafından bu derneğin 1955-1956 yıllarında başkanı seçilerek 1978 yılında vefat ettiği tarihe kadar dernek başkanlığını sürdürmüştür. Daha sonra kendi başkanı olduğu dernek ile tüm İstanbul’daki derneklerin bağlı olduğu günümüzde de faaliyetlerini sürdüren İstanbul Esnaf ve Sanatkârlar Odaları Birliği’nin başkanlığına 1961 yılında seçilmiş ve bu görevi de 1967 yılına kadar aralıksız devam ettirmiştir. Başkanlığı sırasında esnaf ve sanatkârların istifade edeceği İstanbul Huzur Hastanesi ve Dinlenme Evleri Vakfı’nın kuruluşunda bulunmuş, bu vakıf adına Beyazıt’ta bulunan Esnaf Hastanesi’ni ve Altunizade’deki Marmara Üniversitesi Hastanesi’nin de içinde bulunan vakıf arazisine, huzur evinin yapılmasına öncelik etmiştir, vakıf halen çalışmalarına devam etmektedir. 1960’ların başında Karagümrük Spor Kulübü, 1965-1967 yıllarında Galata Spor Kulübünün başkanlıklarını yürütmüştür. Aynı zamanda Kızılay Karaköy (Beyoğlu) Dernek Başkanlığı ile Demokrat Parti Galata (Beyoğlu) ilçe Başkanlığı görevlerini de üstlenmişti.
Mecit Çetinkaya, 19 Mart 1978 yılında 66 yaşında İstanbul Esnaf ve Sanatkârlar Odaları Birliği’nin kongresinde yapmış olduğu konuşmasının ardından evine dönerken arabasında fenalaşmış, kurucusu olduğu Esnaf Hastanesi’nde vefat etmiştir.
ADI, SOYADI VE MESLEĞİYLE HALA YAŞIYOR
Merhum Mecit Çetinkaya’nın kendi ismini verdiği ailenin en küçük oğlu Mecit Çetinkaya ile dedesinin vefat ettiği 1978 yılında doğan, dedesi ve babasıyla aynı ismi taşıyan torunu Mecit Mert Çetinkaya günümüzde denizcilik, spor ve sosyal hayatta aldıkları mirası geleceğe taşıyorlar.