Okulların açıldığı haftaydı sanırım… Televizyon ekranında karşıma çıkan bir haber, izledikçe içimi umutla doldurdu. Zor durumdaki bir öğrencisi için görev tanımını aşan bir sorumlulukla hareket eden; egolarıyla değil, güzel yüreğiyle, anne şefkatiyle ve insanlığıyla ön plana çıkan Erzincan’da görev yapan Kübra öğretmenin hikâyesiydi bu. Hem mesleğin özünü hem de insanlığın en saf hâlini hatırlatan bir örnek…
Bu anlamlı hikâyeyi, sizlerle paylaşarak öğretmenlik mesleğinin önemini bir kez daha vurgulamak istiyorum.
Haberi izlerken, öğretmenimizin yüreğinden taşan o sıcaklığı ekrandan bile hissetmemek imkânsızdı.
Kübra öğretmenimizin öğrencisinin babası yoğun bakımdaydı. Bu çocuğun yaşadığı belirsizliği, endişeyi gören Kübra öğretmen, öğrencisinin geleceği için elinden ne geliyorsa yapmaya kararlıydı. Öyle ki Vali’nin geçeceği güzergâhı öğrenip yol kenarında beklemiş; Vali aracından indiği anda tüm cesaretiyle önüne çıkmış. Öğrencisi için burs istemiş, yurt istemiş, yalnız kalmaması için çırpınmıştı. Vali’den olumlu yanıt gelince gözyaşlarını tutamamıştı. Bu gözyaşları bir görevin değil, bir vicdanın, içten bir insanlığın yansımasıydı.
Çoğu zaman öğretmenliğin sadece ders anlatmak, ödev vermek, sınav yapmak olduğu düşünülür. Halbuki öğretmenlik, bir çocuğa güven duygusu kazandırmak, onun yalnız olmadığını hissettirmek, adaletli davranmak ve gerektiğinde ailesi kadar yakın durmaktır. Bir insanın kaderine dokunmak bazen kuru bir bilgiden değil, içten bir merhametten geçer.
Fakat hayat sadece güzel örneklerden ibaret değil. Zaman zaman öğrencileri kıran, korkutan, haksız ve adaletsiz davranışlar sergileyenleri de görüyor ve duyuyoruz. Öğrenciler arasında ayrım yapmak, kayırmak veya haklarını vermemek gibi davranışlar, öğretmen için küçük gibi görünse de bir çocuğun dünyasında büyük yaralar bırakıyor. Zaman zaman karşılaştığımız bazı tutumlar, bu kutsal mesleğin özüne gölge düşürüyor. Öğrencisi okul içinde yaşadığı bir sıkıntıyı anlatmak için kapısını çaldığında, “Ben dersimi anlatır çıkarım, gerisi beni ilgilendirmez” diyerek duymazdan gelen bir öğretmen, aslında sadece öğrenciyi değil, öğretmenlik mesleğinin değerlerini de yaralamış olur. Halbuki bir çocuk, yaşadığı bir sorunu anlatmak için cesaret edip bir öğretmenine başvuruyorsa, bu aslında büyük bir güven göstergesidir. Öğrencinin sesini duymazdan gelmek; yalnızlaştırmak, değersiz hissettirmek ve kendini ifade etme cesaretini kırmak demektir. Bu tavır, hem öğrenci öğretmen ilişkisini zedeler hem de eğitim ortamının güvenliğini sarsar. Öğretmen itiraz edilmez, korkulması gereken bir kişi olmamalıdır. Öğretmen; kapısı çalınan, yanına çekinmeden gidilen, öğrencisine güven veren bir kişi olmalıdır. Korkunun olduğu yerde öğrenme de büyüyemez.
Bir öğretmenin adaleti, öğrencisinin gözünde dünyanın adaletidir. Bu yüzden yapılan her haksızlık yıllar boyunca hatırlanan bir iz hâline gelir.
Ve bazen yaptıkları haksızlıklarla anılmak ne acı vericidir. Çünkü hiç kimse bir yerde sonsuza kadar kalmayacak; dünya bir devir daim dünyasıdır. Makamlar, mevkiler değişir; geriye sadece insanların bıraktığı iz kalır. Bir öğretmenin adıyla anılan güzellikler gibi, bir öğretmenin yaptığı haksızlıkla anılması da hafızalara derin şekilde yerleşir.
İşte tam bu yüzden Kübra öğretmen gibi örnekler yalnızca bir haber değildir; öğretmenliğin gerçek anlamını hatırlatan canlı bir ışık gibidir. Öğretmenlik korku değil güven; baskı değil adalet; soğukluk değil merhamet taşıyan bir meslek olmalıdır.
Keşke her çocuğun yoluna böyle yüreği güçlü bir öğretmen çıksa…
Ve keşke herkes, öğretmenliğin geride “iyi bir iz” bırakmak olduğunu bilerek hareket etse.