İnsanlar yerleşik düzene geçtiklerinde su kaynağının olduğu yerlere ya da akarsu kenarlarına yerleşmişler. Karadeniz Bölgesinde ki tepelerden denize ulaşan derelerin, çayların, nehirlerin etrafına köyler, kasabalar, şehirler kurulmuş. İnebolu’da bulunan Geriş ve İslam tepesi arasındaki arazi de bu bölgeye gelen insanlar tarafından seçilmiş.
İnebolu’ya yerleşenler genellikle evlerini kasabanın doğu ve batı yönündeki yamaçlara yapmışlar. Karadeniz kenarında ticaret merkezi olan İnebolu’da dükkanlar ve mağazalar zamanla nehir yatağında çoğalmaya başlamış.
Elimizdeki bulunan en eski fotoğrafta, yangınlar sonrasında 1885 yılında planı çizilip yapılan İnebolu çarşısının düz dikdörtgen sokaklarla bölündüğü ve batı tarafının da çay yatağı olarak ayrıldığı görülmekte.
Fotoğrafların tamamında Avara merdivenlerini çarşıya bağlayan bir köprü bulunmaktadır. Denizin hemen kenarında ki meydancıktan çarşıya geçmek için ikinci köprü yapılıncaya kadar, bir kenarından iple bağlanmış, uzunca bir kalas yaya köprüsü olarak 1968 yılına kadar kullanıldı. Gazi Mustafa Kemal Atatürk de 1925 yılında Boyranaltı’nda Hacı Kadiroğlu Mehmet’in mağazası önünde, güneşin batımını seyrettikten sonra bu kalas köprü üzerinden karşıya geçmişti. Bir ucu halat ile bağlı kalas köprüden bu günkü top sahasının hizasında Avara’dan gelenlerin karşıya geçmesi için de vardı. O yıllarda çay içinde sopalarla vurularak çamaşır kilim vs. yıkanırdı.
Hatıpbağı, çay yatağına kurulmuş mahallemizin adı. Bizim hatırladığımız, sel sularının getirdiği alüvyonların zenginleştirdiği topraklarda çok verimli tarım yapıldığı. Hatıpbağında ucu üç çatallı, boyu kısa, çok güzel turşusu olan biber yetişirdi. Ayrıca üzeri dilim dilim çizgili “çay domatesi” son derece lezzetli olup bu gün bile ata tohumumuzdan yetişen domates olarak oldukça rağbet görmekte.
Yaklaşık 10-20 yıllık aralarla zaman zaman sel gerçekleşmekte, ama aradaki yıllarda çay zemininde tarım yapmak risk almak demektir. Çaya sel hangi zaman ve senede geleceği belli olmamakla birlikte, ufak tefek taşkınlardan İnebolu’yu korumak için, Hatıpbağı’nda bahçesi olanlardan Hacı Halit Taşlıgil’in anlattıkları:
“Evimizin yanında çayın kenarında bahçemiz vardı. Ben ilkokulda okurken sabah kalktığımıza okula gitmeden önce yaklaşık bir saat çayın içinden taşıyabildiğimiz büyüklükte taş toplar, duvar kenarına bırakır, ancak ondan sonra çorbamızı içer okula giderdik.”
Çarşı içini de taşkından korumak için çay kenarına eski denk kayıklarını yan yana dizip içini taş doldurarak sel sularına karşı set oluşturulmuş.
Geçmişte ev yapılırken “su basmanı” ifadesi çok duyulurdu. Çay yatağına bina yapanlar su taşkını ve selden korumak için temelden yaklaşık 1.5 metre yükseklikte duvar ördükten sonra ilk kat zeminini oluşturmuşlar. Bunun çarşı içindeki en çarpıcı örnekleri çarşı içindeki camilerimizin temellerinde var. Temelden sonra 1.5 metre boşluk bırakılarak, havalandırma ve su baskınına karşı koruma sağlanmıştır. Günümüzde ilk katlar önce odunluk olarak yapılmakta daha sonra bir şekilde daireye çevrilerek felakete hazır hale getirilmekte.
1950 yılında Arı Şirketi limana taş taşımak için çay kenarından yol yapmıştır. Halkın (bugün İstiklal Yolu adını verdiğimiz) şube yolundan taş taşınmasına izin vermemesi üzerine yapılan bu yola, raylar döşenmiş ve Çatalkaya adını verdiğimiz bölgedeki 2 km uzaklıktaki taş ocağından, Liman’a taş taşınmıştır. Yol için çay kenarına yapılan taş duvar su baskınlarından çarşıyı korumuştur.
İnebolu çayı dünya kurulduğundan bu tarafa ne kadar ve nasıl taşkın yaşadı bilmiyoruz. Son yüz seneyi değerlendirirsek, hatırlanan en önemli sel 1963 yılında oldu. 22 Temmuz akşamı yağış arttı. Çayda su yükselmeye başladı. Gece saat 11’de artan suların taşıdığı yıkılmış ağaçlar molozlar, köprünün ağzını tıkadı, sular köprübaşından çarşıya taştı. Daha sonra köprü de kısmen yıkıldı. Köprü başından Ali Küllü’nün dondurma bahçesi, Kurtoğlu Yılmaz’ların binası ve yol yıkıldı, çay kenarındaki yol üzerinde park etmiş 12 tane kamyon denize gitti. Sabah kalktığımda Yukarı Hatıpbağı mahallesinden çarşıya gitmek istedim. Çarşı içi Ebe Hanife’nin evi önünden itibaren su doluydu, geçemedim. Çarşıdaki dükkanları su basmıştı. Babam Ahmet Fakazlı’nın Yeni Cami sokaktaki manifatura dükkanında su seviyesi 1.5 metreydi. Her yer çamur melhe dolu idi. Epeyce zarar ziyan olmuştu Çarşının denize yakın kısımlarında su seviyesi daha yüksekti. Gelin Ali Göncü’nün ağzından o geceyi dinleyelim:
“Gece çaydan gelen sesler arttı. Saat 10’dan sonra dizel (elektrik santrali) devre dışı kalmıştı. Ortalık zifiri karanlıktı. Babam 300 lük Optimüs lüküsümüzü yaktı. Çarşıya indik, sular henüz fazla yükselmemişti. Babaannem o akşam akrabamız Kasım’ların dere kenarındaki evinde idi. Hemen onu almaya gittik. Onu sırtta taşımamız gerekti. Hemen bir hamal bulduk. Hamalın sırtına binmek istemedi, sonra ikna oldu. Onu çarşının dışına çıkardık.”
Selden geriye kalanlar: Çaydan gelen taş ve kum denizde 150 metre civarında bir ada oluşturdu. Yıkılan bölüme ahşap köprü yapıldı. Böylece Avara ve Boyran’ın çarşıyla ulaşımı sağlandı. (Bu köprü yürürken esnediğinden üzerinden yaylanarak geçmek çok hoşuma giderdi). Çarşı içinde neredeyse insan boyundaki çamurlu suların bıraktığı izler vardı. Dükkanların içi çamurla dolmuş içinde ne varsa ıslanmış kullanılamaz hale gelmişti. Denize giden kamyonların dalgıçlar tarafından yerlerinin tespiti sonrası birer iple fıçılara bağlanıp şamandıra oluşturulmuştu. Uzunca bir zaman o fıçıların denizin dalgalarıyla bir batıp, bir çıkması da bende kalan hatıralardan... (Devam edecek.)
Mustafa Sıtkı FAKAZLI
Diş Hekimi / Yerel Tarih Araştırmacısı