Rahmet, bereket, mağfiret ve arınma mevsimi Ramazan ayına bizleri ulaştıran Allah’a hamd olsun.
İnsanlık için hidayet ve şifa kaynağı olan Kur’an-ı Kerim’de adı geçen ve değerine vurgu yapılan yegâne ay Ramazan ayıdır. Ramazan ayı, mahya ve kandillerin ışık saçtığı gibi kararan gönül dünyamıza nur saçan, Yüce Allah’ın razı olacağı yönde kulluğu ortaya koymak için özel olarak bahşedilen bir fırsat zamanıdır.
Ramazan, oruç ayıdır. Ramazan; takva, tövbe, şükür ve tefekkür ayıdır. Ramazan; birlik, kardeşlik, yardımlaşma ve cömertlik ayıdır. Ramazan; nefsin terbiye edildiği, ruhun kötülük ve günahlardan arındığı, kalbin huzur ve sükûnet bulduğu, evlerimize ve camilerimize neşe saçıldığı, rahmet, bereket ve mağfiret ayıdır. Bu ve benzeri vasıflarından dolayıdır ki yıl boyunca hasretle beklenen Ramazan ayı, bütün mahiyetiyle mü’min gönüllerde on bir ayın sultanı olarak bilinmiş ve öylece yer etmiştir.
On bir ayın sultanı olan ve Rabbimiz tarafından oruç ibadetiyle taçlandırılan Ramazan; maddi-manevi, bireysel-toplumsal her bakımdan yenilenmenin yaşandığı bir iklimdir. Oruç tutmakla bir taraftan bedenimiz kendini âdeta yıllık bakıma alıp yenilerken, “imsak” ile yani meşru zevklerden bir süreliğine el çekip uzaklaşmakla irademiz güçlenir. Oruca niyetlenmekle Yüce Yaradan’a, onun beğenip razı olacağı bir gün geçireceğimiz sözünü vermiş oluruz. Söz veren her erdemli kişi gibi sözümüzü tutarak karıncayı dahi incitmemeye özen gösterir, küçük bile olsa günah işlemekten çekiniriz. Oruç kalkanı hem kendimize hem de başkasına zarar vermemizi önler. Nitekim Hz. Peygamber (sav) bu gerçeği şöyle ifade buyurmuştur:
“Oruç kalkandır. Oruçlu çekişmez ve kimseyle de dövüşmez. Birisi kendisine sataşır veya küfrederse iki kere ‘ben oruçluyum’ desin.”[1] Sevgili Peygamberimizin (sav) nasihatini dinleyip zulme ve her türlü kışkırtmaya karşı sâim olduğunu ilan eden ve karşılık vermeyen oruçlu, âdeta görünmeyen bir dokunulmazlık zırhıyla koruma altına girer ve kendisine kötülüğü telkin eden şeytana meydan okur. Eğer oruç bizim için bir kalkan olmuyorsa, bizi şeytandan korumuyor, haram ve kötülüklerden uzaklaştırmıyorsa bu ibadet amacına ulaşmamış demektir. Efendimizin (sav) şu hadisi bu gerçeği en güzel şekilde ifade etmektedir:
“Kim yalan sözü ve yalanla iş yapmayı bırakmazsa Allah’ın onun yemesini ve içmesini terk etmesine ihtiyacı yoktur.”[2] Hadisten anlıyoruz ki orucun gayesi insanın edep ve ahlakını iyileştirmek, onu kötülük ve haramlardan korumaktır. Bu gaye gerçekleşmezse oruçtan istenilen sevap da elde edilemez. Nitekim Sevgili Peygamberimiz (sav),
“Nice oruç tutanlar vardır ki onların oruçtan nasipleri sadece aç kalmalarıdır.”[3] buyurmuştur.
İnsan hata ve günahtan münezzeh değildir. Dünyanın cazibesine kapılıp zaman zaman türlü günahlar işleyebiliriz. Bu günahlardan kurtuluş için de bir fırsattır oruç. Hz. Peygamber (sav) buyurdular ki:
“Kim inanarak ve karşılığını yalnız Allah’tan umarak Ramazan orucunu tutarsa Allah o kimsenin geçmiş günahlarını bağışlar.”[4] Yalnız şunu da unutmamak gerekir ki hadiste günah kelimesi mutlak olarak kullanılmış, büyük-küçük ayrımı yapılmamıştır. Ancak Kur’an ve sünnet bütünlüğü içinde konuyu ele aldığımız zaman anlıyoruz ki; içki, kumar, zina ve adam öldürme gibi büyük günahlardan ya da hırsızlık, iftira gibi kul hakkı içeren günahlardan kurtulmak için şartlarına uygun tövbe etmek, hak sahibine hakkını ödemek ve helalleşmek gerekir.
Oruç, Allah ile kul arasındaki sırlı bir ibadettir. Bu sırlı ibadet riyanın en az karışacağı bir ibadet olduğu için sevabı da kat kat olacaktır. Efendimiz (sav) orucun sevabının ne denli büyük olacağını bizlere şu sözleriyle bildirmiştir:
“Âdemoğlunun her ameline on katından yedi yüz katına kadar sevap verilir. ‘Yüce Allah; Oruç hariç, çünkü oruç benim içindir, onun mükâfatını ben vereceğim. Çünkü oruç tutan kimse yemesini, içmesini ve şehvetini benim için terk etmektedir’ buyurmuştur.”[5] İmsaktan iftara kadar oruç tutan Müslüman akşam ezanıyla beraber orucunu açtığında hem açlığını gidermenin sevincini hem de Allah için bir ibadeti yerine getirmenin sevincini yaşar. Asıl sevinci ise Âhiret’te Rabbine kavuştuğu zaman yaşayacaktır. Ramazan sonunda Bayram sevinci yaşadığımız gibi Rabbimize kavuştuğumuz zaman, O’nun oruç tutanlara bahşettiği mükâfatları gördüğümüzde gerçek bir bayram sevinci yaşayacağız. Hatta Efendimizin (sav) bildirdiği üzere oruç tutanlar olarak Cennet’e Rabbimizin bize tahsis ettiği özel bir kapıdan, Reyyân kapısından girerek Rabbimizin özel bir lütfuna mazhar olacağız.
[6] Sonuç olarak diyebiliriz ki oruç ile Müslüman; büyük bir irade eğitiminden geçmiş, nefsini terbiye etmiş, sabır ve metanet kazanmış, kötü söz ve davranışlardan korunmuş, günah yükünden arınmış, ahlakını güzelleştirmiş, imanın bilincine ermiş, ibadet ve taattle Allah’ın rızasını kazanıp bağışlanmayı ve Cennete girmeyi hak etmiş olur.
Yazımızın sonunda oruçla ilgili sıkça sorulan güncel birkaç konuyu size aktarmak istiyorum:
- Korona aşısı ve her türlü aşı ile tedavi amaçlı ya da ağrı kesici olarak yapılan iğneler, astım hastalarının kullandığı oksijen spreyi ya da nebulizatör (buhar makinesi) ile çekilen buhar, göz damlası, kulak damlası, burun damlası, vücuda sürülen merhem, diş çektirmek için vurulan morfin, şeker hastalarının kullandıkları insülin iğnesi, kan aldırmak (kan tahlili ya da başka sebeple kan vermek) veya gusül abdesti almak orucu bozmaz.
- Keyif verici ya da gıda içeren serum vb. iğneler, kalp hastalarının kullandığı dilaltı hapı hariç ağızdan alınan her türlü hap ve şurup gibi ilaçlar, hata ile de olsa bir şeyler yemek ya da içmek orucu bozar. (Dikkat: Unutarak değil, çünkü unutarak yeyip içmek orucu bozmaz.)
Lâyıkıyla oruç tutup Ramazan-ı Şerif’i en güzel şekilde değerlendiren ve Reyyân kapısından Cennet’e girenlerden olma ümidiyle Ramazan ayının beldemize, memleketimize, ülkemize ve tüm İslâm âlemine hayırlar getirmesini diler tüm Müslüman kardeşlerimizin sağlıklı ve huzurlu bir Ramazan geçirmesini Yüce Rabbimden niyaz ederim.
Mehmet ÇELEBİOĞLU
İlçe Vaizi
[1] Buhârî, Savm, 9; Müslim, Sıyâm, 29
[2] Buhârî, Savm, 8; Ebû Dâvut, Savm, 25; Tirmizî, Savm, 16; İbn Mâce, 21
[5] Müslim, Sıyâm, 164; Tirmizî, Savm, 55